
İlk denemem sevgili Fethiye'nin sitesinde yer verdiği turunç reçelinden cesaret alıp yaptığım bergamut reçeli. Şubat ve mart aylarında buradaki süpermarketlerde kalın kabuklu bergamut bulmak mümkün. Denememin sonucundan memnun kalınca Fethiye'nin tavsiye ettiği şekliyle turunç reçeli de hazırladım. Yaşadığım semtin sokaklarındaki ağaçlarda iri ve kalın kabuklu turunç bulmak için epey uğraştım:-) Şu sıralar; mevsimi geçmeye başlayan ve kimsenin toplamadığı meyveler altın rengi toplar halinde sokakları dolduruyor ne yazık ki.


Yukarıda soldaki fotoğraf henüz kabuklarını rendelemediğim bergamutları gösteriyor. Her seferinde 10 meyve kullanarak Fethiye'nin tarifine sadık kaldım. Reçel konusunda pek tecrübeli olmadığım için çekinerek başladığım bu denemeleri, neticede defalarca tekrarlayıp küçük bir reçel koleksiyonu sahibi oldum:-) Hatta Ankara'daki sevdiklerime de götürmeyi düşünüyorum. Kullandığım tüm meyvelerin rendelenmiş dış kabukları da benim ödülüm oldu, kokuları çok güzel ve özellikle aşağıda okuyacağınız kek benzeri tariflerde bol bol kullanıyorum. Tarifin orijinali burada, benim yaptığım yegane değişiklik eşimin ailesinden bir hanımın tavsiyesine uyarak kabukları kürdanla tutturmak oldu. Teşekkürler Fethiye:-)
Portakallı Kek
Aşağıdaki fotoğraftaki portakallı kekin tarifi YemekBiz grubumuzda sevgili Tuğba tarafından verilmişti. Grupta pek çok arkadaşımızın deneyip çok beğendiği tarif, Tuğba'nın annesi sevgili Lütfiye Ekmekçi hanımefendiye ait. Aşağıda tarifin orijinalini bulacaksınız. Ben bazı değişiklikler yaptım umarım beni mazur görürler:-) Birincisi, pişen kekin üzerine şurup ilave etmedim, bunun sebebi kalori kaygısıydı, diğeri de aynı tarifi limon suyuyla denemek oldu. Niye böyle akıllara zarar (!) bir iş yaptın diyebilirsiniz:-) Sevgili arkadaşım Ebru'ya bir sürpriz yapmak istedim, zira eşi limonlu tatları çok severmiş. Böylece tarifi yarım ölçüyle hazırlayıp içine taze sıkılmış limon suyu ve limon kabuğu rendesi ekledim. Kokusu neredeyse evin dışından duyulabilen ve zannettiğim kadar ekşi olmayan mis gibi keklerim oldu. İkinci yapışımda evdeki pirinç unu stoklarım tükendiğinden (evet bildiniz, pirinç ununu da Türkiye'den getiriyorum); aynı miktarda nişasta kullanmak zorunda kaldım ama allahtan sonuç değişmedi. Burada pirinç unu kolay bulunmuyor, onun yerine her yerde nişasta kullanıyorlar.

- 3 yumurta
- 2 su bardağı şeker
- 1 su bardağı taze sıkılmış portakal suyu
- 1 su bardağı pirinç unu
- 1 su bardağı un
- 1 su bardağı sıvı yağ
- suyunu sıktığımız portakalların rendesi
- 1 paket kabartma tozu
- 1 su bardağı iri çekilmiş ceviz


Yukarıdaki fotoğraflar ise benim aynı tarifte limon suyu kullanarak hazırlayıp, minik kek kalıplarında pişirdiğim kekler. Yarım ölçü ile bile 18 adet kek elde ettim, oldukça bereketli oldu. Kalıplara kağıt altlık yerleştirdiğim için çıkarması da kolay oldu. Limon aromasına şamfıstığını daha çok yakıştırdığım için ceviz yerine bütün fıstıklar ekledim kalıplara.
Brokolili Kiş (Quiche)
Aşağıdaki ise geçtiğimiz aylarda yaptığım brokolili kiş denemesi. Beklenmedik şekilde lezzetli olunca malzemeleri ölçmeden koyduğuma üzüldüm. Beklenmedik şekilde diyorum çünkü, tam bir buzdolabı temizleme hamlesi olduğu için pek umutlu değildim sonuçtan. Küçük kare borcamı kaplayacak bir taban hamuru hazırlayıp üzerine hafifçe haşlanmış brokoli parçaları, közlenip doğranmış kırmızı biber, rendelenmiş peynir ve çeşitli baharatlar ekledim. Aşağıda vereceğim ölçüler yaklaşıktır, itibar etmeyiniz:-)
- 200gr un
- 100 gr yumuşamış tereyağı
- bir kaç çorba kaşığı soğuk su
- 1/4 paket kabartma tozu
- 250gr kadar hafifçe haşlanmış brokoli
- 1 közlenmiş kırmızı biber
- 2 yumurta
- 70ml krema
- 70ml süt
- 1 su bardağı kadar istediğiniz türde peynir rendesi
- taze çekilmiş karabiber ve muskat rendesi


Buzdolabından çıkarıp merdane ile incelttiğiniz hamuru yağlanmış fırın kabınıza yerleştirin. Üzerini çatalla bir kaç kez delin. Brokoliyi ufak parçalara kesin, biberi tavla zarı şeklinde doğrayın ve hamurun üzerine yerleştirin. Çırpılmış yumurtalara kremayı ve sütü ilave edip karıştırın. Siz tümüyle krema kullanabilirsiniz, ben daha hafif olması için yarı yarıya süt ekledim. Peynir rendesinin 3/4 ünü ve baharatları bu karışıma ilave edip brokolilerin üzerine gezdirin. Kalan peyniri üzerine serpiştirin. Ben, taze kaşarım olmadığı için biraz parmesan, biraz provolone denilen bir italyan peyniri kullandım. Elimde az miktarda gorgonzola, yani italyanların küflü peynirinden vardı. Rokfora göre çok daha yumuşak ve tatlı bir peynir olduğu için ondan da koydum. Küflü peynir seviyorsanız ilave edebilirsiniz, brokoli ile çok yakışıyor. Önceden ısıtılmış 180 derece fırında 40 dakika kadar pişirin, sıcak veya ılık servis yapın. Afiyet olsun.

Bu tarifi yıllar önce almanca bir dergiden çevirmiştim, şu anda adını hatırlamıyorum. Tarifte haşhaş ezmesi kullanılıyordu ama ben Ankara'dan getirdiğim stoklar tükendiği için haşhaş yerine kestane püresi koyarak yaptım. Tadı fena olmamakla birlikte, daha yumuşak dolgulu olduğu için kalıba yerleştirmek biraz sorun oldu. Haşhaş ezmesi bulabilen bütün arkadaşlara kesinlikle orijinaline sadık kalarak yapmalarını tavsiye ediyorum. Dolgu malzemesi daha koyu kıvamlı olursa, rulo yapıp kalıba yerleştirmek daha kolay; ayrıca haşhaşın lezzeti ve kokusu çok daha güzel.

Oda sıcaklığında yumuşaklığını uzun süre muhafaza ediyor. Eğer ortası delikli kelepçeli kalıbınız varsa, en iyisi. Yoksa da, kenarları sabit bir kalıpta pişirip tersyüz edebilirsiniz. Ben haşhaş ezmesi miktarı kadar şekersiz kestane püresi kullandım ve diğer malzemelere ek olarak, 100 gr kadar da erimiş bitter çikolata ekledim. Kek soğuduğu zaman çikolatanın tekrar katılaşarak dolguyu biraz sertleştireceğini hesaplamıştım ama pek de umduğum gibi olmadı. Normalden biraz daha yumuşak ve nemli bir kekimiz oldu ama yine de lezzetli:-)
- 500 gr un
- 200 ml süt (ılık)
- 80 gr şeker
- 80 gr tereyağ (eritilmiş)
- 1 paket kuru maya
- 1 limon kabuğu rendesi
- 1 yumurta (oda sıcaklığında)
- 1 fiske tuz
- 250 gr haşhaş ezmesi
- 100 gr çekilmiş ceviz
- 1 yumurta
- 125 ml süt
- 100 gr şeker
- 1 paket vanilya
- üzerine serpmek için pudra şekeri
Haşhaş ezmesi sert yapıda olduğu için öncelikle bir çatal yardımıyla ezin, ılık süt ve yumurta ilave edip homojen bir hale getirin. Şekeri ilave edip eriyinceye kadar karıştırın. Ceviz, karışımın tekrar toparlanmasına yardım edecektir.
Mayalanan hamurunuzu tezgahın üzerinde merdaneyle 30X50 boyutlarında açın. Tarifte 30X45 diyor ama 24 cm lik kalıba bu ölçü kısa geliyor. Uçlarını rahat birleştirebilmek için uzunca bir dikdörtgen açmak gerekiyor.


Hazırladığınız içi spatula yardımıyla hamurun üzerine yayıp, uzun kenarından başlayarak rulo yapın. Uçlarından kavrayıp, ek yeri alta gelecek şekilde, yağlanmış kalıba yerleştirin. Uçları birbirinin içine geçecek şekilde birleştirin. Merak etmeyin, haşhaş pişerken kıvamını koruduğu için dışarı akmıyor. Üzerini keskin (tercihan tırtırlı) bir bıçakla resimde görüldüğü gibi kesin. Köşeleri iyi kesmeye dikkat edin, kabarırken açılabilsinler. Önceden 200 dereceye ısıttığınız fırında 25 -30 dk pişirin. Rengi çok koyulaşırsa, son on dakikada fırın ısısını 180 dereceye düşürebilirsiniz. Fırından alınca, daha sıcakken üzerine pudra şekeri serpin. Kalıptan çıkarıp tel ızgara üzerinde soğutun. Afiyet olsun.


Hava iyi olduğu zamanlarda eşimle şehir merkezine gidip sabah kahvemizi orada içiyoruz. Atina'da termometre hiçbir zaman sıfırın çok altına inmese de, rutubetle birleşen rüzgar insanı epey üşütüyor. İstiklal caddesine çok benzeyen, araç trafiğine kapalı Ermou caddesi ve bu caddeyi kesen dar sokaklar; kahve içip kahvaltı edebileceğiniz ufak dükkanlarla dolu. Üstteki fotoğraf geçtiğimiz haftalarda bir cumartesi günü, yine böyle bir cafede çekildi. Gazetelerimizi alıp masaya oturduk ve ana caddeden gelip geçenleri seyrederek kahvaltımızı ettik. Sonra da caddeden aşağı doğru yürüyüp, cumartesileri oluşan kalabalıktan faydalanarak para kazanmaya çalışan, büyük çoğunluğunu yabancı ülkelerden gelen göçmenlerin oluşturduğu satıcıları izledik.
Değişik elişleri ve boyamalar, çantalar satanlar, her zamanki gibi müzisyenler ve büyük ihtimalle tiyatro bölümü öğrencisi olan jonglörler değişik köşeleri tutmuşlardı.


Pazar günü ise açıldığından beri büyük sükse yapan Tike'ye gittik. Henüz Türkiye'deki Tike'lerden birinde yeme şansım olmadı ama buradakine belli aralıklarla gidiyoruz. Yemekler biraz daha az baharatlı hazırlanarak buranın insanlarının damak tadlarına uydurulmuş ama yine de kebap kültürümüzün en iyi örneklerini sunuyorlar. Daha önce değişik yerlerde kebap yeme teşebbüslerinde bulunmuş ama hiçbirini beğenmemiştim. Tike'de ise hem kebaplar, hem lahmacun, içli köfte gibi geleneksel kebap eşlikçileri Türkiye'de yiyebileceğinize en yakın tadda hazırlanıyor. Böyle düşünen tek kişi ben olmamalıyım, çünkü açılalı iki yıldan fazla olmasına ve çok sayıda masa bulunmasına rağmen, hala rezervasyon yaptırmadan yer bulamıyorsunuz. Eskiden haftanın bir günü kapalı olan restoran şimdi her gün açık ve Atina'nın zengin semtlerinden birinde bulunmasına karşın fiyatları oldukça makul. Menü hem Türkçe hem Yunanca iki dilde hazırlanmış ve orijinal yemek isimleri eksiksiz yazılmış. Aşçıların tamamı Türk ve öğrendiğim kadarıyla etleri değil ama geri kalan malzemenin büyük bir kısmını Türkiye'den getiriyorlar.


Bahçe çok büyük ve yazın burada yemek gerçekten çok zevkli, Türkçe parçalar da çalınıyor. Mekanın fotoğrafını ne yazık ki istediğim gibi çekemedim, zira çevre masalarda (benim tanımadığım) ama yunanlılar için çok tanıdık simalar oturuyordu, eşim izin almamızı teklif etti ama ben neme lazım deyip yanaşmadım. Böylece karanlık bir fotoğrafımız oldu. Hiç değilse çok lezzetli olan İskender kebabın resmini istediğim gibi çekebildim:-)

Aşağıdaki resim ise yeni açılan başka bir "Türk" temalı restoran. Sahiplerinin Türk olup olmadığını bilmiyorum, ama yaklaşıp incelediğimiz menüden, aşçının Türk olduğunu öğrendim. Menü aynı şekilde iki dilde hazırlanmıştı ama vitrininden görebildiğim kadarıyla çok ağır bir şekilde dekore edilmiş ve bence aşırıya kaçılmış. Son yıllarda burada etnik temalı kulüp ve restoranlar çok moda. En revaçta olanları da şark usulü dekore edilmiş, ağır mor perdeler ve hint işi döşemelik kumaşlarla süslenmiş olanlar. Yemediğimiz için yemekler hakkında yorum yapamam ama dekordaki "hint-mağrip" karışımı ağırlığın, "Türk" adıyla birleştirilmiş olması açıkçası hoşuma gitmedi. Gece yarısından sonra dansözün de program yaptığını duyunca ben gitmekten tamamen vazgeçtim. Bu yazıyı okuyup da gidenler olursa, izlenimlerini beklerim.
Son yıllarda açılan başka Türk restoranları da var. Bunlarda biri İstanbul'da da yıllardır hizmet veren Pandeli, diğeri ise Sirkeci ismini taşıyor. Kent rehberlerinde haklarında olumlu eleştiriler yazılan bu iki mekanı belki günün birinde ziyaret etme imkanım olur.
İyi hafta sonları hepinize...


Krepler:
Bu tariflerin üzerinden günler geçti ama önce vakitsizlik, ardından internet bağlantımdaki sorun nedeniyle bir türlü blogda yayınlayamadım. Baktım ki tarifleri daha yazmadan unutacağım; internetle ilgili sorunum çözülmemiş olsa da yavaş bağlantımı kullanarak yazmaya karar verdim. Zira aynı yemeği ikinci kez yapsam bile, malzeme ve baharatları sürekli değiştirdiğim için farklı sonuçlar elde ediyorum. Bu iki tarif daha ilk yapışımda iyi sonuç verdiler ve sizlerle paylaşmak istedim.
Birinci yemeğimiz kuru borazan mantarlarıyla iç hazırlayarak fırında pişirdiğim krepler. Bu mantarı daha önce hiç denememiştim. Pandora'nın sitesinde okuduğum bilgiler ışığında denemeye karar verdim ve o çok sevdiğim hafif tütsü tadında olmaları çok hoşuma gitti. İkinci tarifte okuyacağınız porcini mantarlarını da hafif tütsü kokusu ve füme lezzetlerinden dolayı (en azından kurumuş halde) seviyorum. Her fırsatta ufak miktarlarda alıp evde bulunduruyorum. Zira suda bekleyince yeterinde hacim kazanıyorlar ve 4 kişilik bir yemeğe rahatlıkla kullanabiliyorum. Bunlar ve benzeri doğa mantarları hakkında bilgi edinmek için Pandora'nın sitesine bakabilirsiniz.
Öncelikle mantarları ılık suya koyup bir saat kadar beklettim. Aşağıdaki fotoğrafı hacim değişikliği konusunda fikir vermesi açısından koydum. Soldaki öbek kullandığım kuru mantarların tamamı; sağdaki ise suda bekledikten sonra şişen mantarların sadece bir kısmı. Aynı yemeği kurutulmuş başka bir cins mantar veya bildiğimiz kültür mantarı ile de hazırlayabilirsiniz.

- 10 gr kurutulmuş borazan mantarı
- (veya 400 gr'lık bir paket kültür mantarı)
- 1 orta boy soğan
- 1-2 çarliston biber
- 10 parça zeytinyağında marine edilmiş kuru domates
- 1 çay kaşığı hardal
- tuz, taze çekilmiş karabiber,
- çeyrek kalıp beyaz peynir veya 1 çay bardağı rende kaşar
- 1/4 çay kaşığı muskat (küçük hindistan cevizi) rendesi
- 1 çorba kaşığı biber salçası
Krepler için:
- 2 yumurta
- 250 gr süt
- 125 gr un
- biraz tuz
Beşamel sos için :
- 2 su bardağı süt
- 2 çorba kaşığı un
- 2 çorba kaşığı zeytinyağı
- tuz, karabiber ve muskat rendesi


Eğer taze kültür mantarı kullanıyorsanız, önce mantarları sularını çekinceye kadar kavurup ayrı bir tabağa alın ve diğer malzemeleri kavurma işleminiz bitince, tekrar tavaya ilave edin.
Kurutulmuş mantar kullanıyorsanız; suda beklettiğiniz mantarları süzüp, büyükleri bıçakla ufaltın. Zeytinyağı ilavesiyle biraz soteleyin. Doğranmış soğan ve biberlerinizi de ekleyip tüm malzemeler suyunu çekinceye kadar kavurun. Mantarlar diri kalmış gözükseler bile; fırında da pişecekleri için fazla kavurmayın. Tavaya ufak doğradığınız kurutulmuş domatesleri, biber salçası ve baharatları ilave edin. Son olarak arzu ettiğiniz peyniri, rendelenmiş veya elde ufalanmış olarak ekleyin ve bir kaç dakika daha ateşte tutun. Arzu eden arkadaşlar bu son dakikalarda karışıma biraz krema ilave edebilirler ama ben daha az kalorili olmasını istediğim için kullanmadım.
Fırınınızı 200-210 dereceye getirin. Krepleri, bir kaç seferde bir çok az yağ damlattığınız teflon tavada arkalı önlü pişirin. Tavadan aldığınız her krepin içine, daha sıcakken bir çorba kaşığı beşamel sosu taban olarak yayın ve üzerine hazırladığınız içten koyun. İçi, ince bir tabaka oluşturacak şekilde krepin kenarlarına kadar yayın. Rulo yapıp, yağladığınız borcama yerleştirin. Ben dikdörtgen borcamda pişirdim ve sadece 7 krep aldı. Daha dikkatli yerleştirilirse 8 tane alabilir ve yukarıdaki iç 8 krep için yeterli. Artan kreplerin içine marmelat veya fıstık ezmesi koyup, meyve ilave edip küçüklerinize yedirebilirsiniz. Borcam dolunca, beşamel sosu üzerine yayın, arzu ederseniz biraz kaşar rendesi serpiştirin ve fırına verin. Yaklaşık yarım saat sonra üzerleri kızarınca fırından alın. Sıcak servis yapın.
Risotto:
Yapıp da bir türlü yazamadığım ikinci yemek porcini mantarlı ve kurutulmuş domatesli risotto. Bu yemeği sık sık yapıyorum. Tazeyken yenilip bitirilmesi gerektiğinden az miktarda pirinçle, sadece 3 kişilik hazırlıyorum. Arborio pirinci, risotto için kullanılan en klasik pirinç türü. Adını, İtalya'da üretildiği bölgeden alıyor.Piştiği zaman dışı biraz hamurlaşıyor ama içi diri kalıyor. Bu özellik, tanelerin birbirlerine yapışmalarını sağlasa da hamur olmalarını ya da bildiğimiz lapa haline gelmelerini önlüyor. Türkiye'de yaşayan arkadaşlar benim bilmediğim, bu özelliğe sahip yöresel ürünleri ya da dolmalık pirinci kullanabilirler. Sadece, tamamiyle pişip yumuşamasına izin vermeyin. Risotto, içine ilave ettiğiniz sebzenin tadına göre kırmızı veya beyaz şarap ilavesiyle çok lezzetli olsa da; porcini mantarını yumuşatmak için kullandığım su çok güzel bir aroma kazandığı için ben sadece onu kullanıyorum.

Aşağıda arborio pirincini ve mantarları içinde beklettiğim suyun aldığı güzel rengi gösteren fotoğraflar var. Ne yazık ki mantarın foroğrafını çekmeyi unutmuşum. Bir bardak pirinç için 3-4 bardak su kaynatın ve mantarları içine bırakın. Yarım saatin sonunda mantarlar büyümüş, su ise o güzel aroma ve rengi kazanmış olacak. Suyu kullanmadan önce tekrar kaynama noktasına getirin ve sıcak tutun.


- 1 su bardağı pirinç
- 3-4 su bardağı su
- 10 gr kuru porcini mantarı
- veya 250 gr taze kültür mantarı
- 1 orta boy soğan
- 5-6 parça kurutulmuş domates
- tuz, taze çekilmiş karabiber, pul kırmızı biber
- 1/4 su bardağı rendelenmiş kaşar veya daha az miktarda parmesan peyniri


Yukarıdaki fotoğraflar su ilavesi öncesi ve sonrasını gösteriyor. Gördüğünüz gibi pirincin hiçbir zaman bol su içinde kaynamasına izin vermiyoruz, sadece emeceği miktarda su ilave ediyoruz. Pişmiş olan risottonun hala az miktarda su içermesi ve pilavdan çok, deyim yerindeyse, koyu kıvamlı lapaya benzemesi gerekiyor. Ocağı kapatınca rende peynirimizi koyup karıştırıyor ve hemen servis yapıyoruz. Afiyet olsun...




4 kişi için:
- 2 adet irice mezgit (veya 4 parça hazır fileto)
- 4-5 adet irice kültür mantarı
- 2 adet iri dolmalık biber veya 4-5 çarliston biberi
- 1 orta boy soğan
- 1 ufak havuç
- az miktarda kereviz yaprağı ve/veya maydanoz
- tuz,taze çekilmiş karabiber, kırmızı biber, bolca kekik
- çeyrek limon kabuğu turşusu veya taze limon kabuğu rendesi
birlikte tavaya alınırlarsa tadları kavurmadan ziyade haşlamaya benzeyebilir:-) Sıcak sıcak servis yapın.
Tarifte kullandığım limonlar, Fas'a özgü yemeklerde çok kullanılan, tuzla muhafaza edilmiş ve kendi sularında salamura edilmiş limonlar. Çok iyi temizlenmiş istediğiniz sayıda limonu, alt taraflarından ayrılmayacak şekilde derinlemesine dörde bölün. Ortalarına 1-2 tatlı kaşığı iri deniz tuzu doldurarak, temiz bir kavanoza biraz bastırarak yerleştirin. Kavanozun kapağını kapatıp buzdolabına koyun ve bir kaç günde bir sallayarak ters-düz edin. Yaklaşık 6 haftada limonlar tamamen yumuşayıp alçalacaklar. Limonları kavanozun dibine itip üzerlerini örtecek kadar zeytinyağı ilave edin. Kullanmak istediğinizde, dörde bülünmüş parçalardan bir veya birkaçını ayırıp, çok tuzlu olan orta kısmını sıyırın. Kabukları incecik doğrayarak limon aroması vermek istediğiniz yemeklerde kullanın. Buzdolabında 6 ay muhafaza edebilirsiniz. Aşağıdaki ilk resim turşuyu yaptığım güne ait, ikincisi ise yaklaşık 3 hafta sonra çekildi. Daha tam yumuşamamışlardı ama ben kullanmadan duramadım:-)


Salata için, istediğiniz miktarda rokayı ellerinizle parçalara ayırın. Zeytinyağında marine edilmiş kuru domatesleri ve irice doğradığınız cevizleri ekleyin. Zeytinyağı ve nar ekşisini veya isterseniz balsamik sirkeyi karıştırıp salatanızın üzerine gezdirin. Tuz ve limon ilavesi arzunuza kalmış, ben limon koymuyorum. Kare kare kesilmiş beyaz peynir veya eski kaşar parçalarıyla süsleyin. Afiyet olsun...

Geçtiğimiz günlerde blog sahibi arkadaşlarımızı çok üzen bir hırsızlık gerçekleşti. Ne yazık ki, ne ilk ne de son olan bu olayı, sevgili Mine'nin dikkati sayesinde öğrendik. Euroturk kanalının web sitesinde oluşturulan mutfak köşesinin neredeyse tamamı, yemek bloglarından çalınan tariflerle oluşturulmuş ve tarif sahibi arkadaşlardan izin istenmediği gibi; fotoğrafların üzerine yazılmış blog isimleri de özenle silinmişti. Tarifleri çalınmış olsun olmasın, tüm blogcular bir araya gelip şirket yetkililerini telefon, email ve fax bombardımanına tutunca, tarifler siteden kaldırıldı. Blog sahiplerinden özür dilenmediği gibi; tariflerin kaynakları konusunda pişkince yalanlar söylendi. Bu konu elbetteki sanal dünya ile sınırlı kalmıyor. Sevgili Tijen İnaltong'un sitesinde, bu hırsızlıkların gerçek dünyada da nasıl fütursuzca gerçekleştirildiğine ilişkin bir örneği okuyabilirsiniz.
Sadece yemek bloglarının değil, internet üzerinde yer alan her türlü haber, bilimsel makale, fotoğraf, kişisel günlükler ve daha burada sayamayacağım; emek vererek üretilmiş, göz nuru dökülmüş, vakit harcanmış yazı ve imgelerin; üçüncü şahısların elinde kazanç kaynağı olmasını engelleyen yasal düzenek, ne yazık ki henüz oluşmuş değil. Türkiye'de 2001'de son halini alan Fikir ve Sanat Eserlerini Koruma Kanunu, interneti belli açılardan koruma altına aldıysa da; benzeri bir hırsızlık durumunda ne yapabileceğiniz açık ve net değil. Aşağıda yer alan iki linkten ilki Kültür Bakanlığı web sitesinde yer alan Telif Hakları Kanunu'nun son şeklini okuyabilmeniz için. İkinci link ise internet üzerindeki hak ihlalleri ile ilgili güzel bir makale.
Yaşanan olay her ne kadar tatsız olsa da, blog yazarlarının sımsıkı kenetlenip gereken cevabı vermiş olmaları çok olumlu. Umarım bu son hırsızlık ve daha bilmediğimiz pek çoklarının gündemde tutulması, unutturulmaması, hiç değilse kanun koyucuların dikkatini bu yöne çeker ve gerekli düzenlemeler yapılır. Sanal dünyada da olsa, haklarımız ve sorumluluklarımız var ve beklentimiz bu hak ve sorumlulukların sınırlarının çizilmesi, bu tür hırsızlıklardan korunabilmek için neler yapmamız gerektiğinin herkesce bilinmesi.
www.kultur.gov.tr
(üstteki linkte 25 ve 26. maddeler)
4630 sayılı kanun (Telif Hakları Kanunu'nun son şekli ile ilgili makale)
Sadece yemek bloglarının değil, internet üzerinde yer alan her türlü haber, bilimsel makale, fotoğraf, kişisel günlükler ve daha burada sayamayacağım; emek vererek üretilmiş, göz nuru dökülmüş, vakit harcanmış yazı ve imgelerin; üçüncü şahısların elinde kazanç kaynağı olmasını engelleyen yasal düzenek, ne yazık ki henüz oluşmuş değil. Türkiye'de 2001'de son halini alan Fikir ve Sanat Eserlerini Koruma Kanunu, interneti belli açılardan koruma altına aldıysa da; benzeri bir hırsızlık durumunda ne yapabileceğiniz açık ve net değil. Aşağıda yer alan iki linkten ilki Kültür Bakanlığı web sitesinde yer alan Telif Hakları Kanunu'nun son şeklini okuyabilmeniz için. İkinci link ise internet üzerindeki hak ihlalleri ile ilgili güzel bir makale.
Yaşanan olay her ne kadar tatsız olsa da, blog yazarlarının sımsıkı kenetlenip gereken cevabı vermiş olmaları çok olumlu. Umarım bu son hırsızlık ve daha bilmediğimiz pek çoklarının gündemde tutulması, unutturulmaması, hiç değilse kanun koyucuların dikkatini bu yöne çeker ve gerekli düzenlemeler yapılır. Sanal dünyada da olsa, haklarımız ve sorumluluklarımız var ve beklentimiz bu hak ve sorumlulukların sınırlarının çizilmesi, bu tür hırsızlıklardan korunabilmek için neler yapmamız gerektiğinin herkesce bilinmesi.
www.kultur.gov.tr
(üstteki linkte 25 ve 26. maddeler)
4630 sayılı kanun (Telif Hakları Kanunu'nun son şekli ile ilgili makale)